Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

 

           KUR'AN-I KERİM'İN BİR TEK HARFİ BİLE DEĞİŞMEMİŞTİR!..

 

 

Türkiye'deki Bektâşîler ve Alevîler arasında yaygın olan "Kur'an'dan Hz. Ali ile ilgili âyetlerin

çıkartıldığı, bu yüzden elimizdeki Kur'an'ın eksik olduğu" iddiası, pek çok yönden yersizdir,

vârit değildir.

 

Görünüşte bu iddia, Kur'an'ı ilk toplatan Hz. Ebubekir'i, ve sıraya dizdirip çoğaltan

Hz. Osman'ı itham altında bırakıyorsa da, aslında pekçok kimseye, hatta Yüce ALLAH'a

dil uzatmakta; bu yüzden de iddia sâhiplerini büyük günaha sokmaktadır. (1)

 

Kur'an-ı Kerim'in eksik olması; "kıyâmete kadar ilâhî koruma altında" olduğu için, bir defa

"mânen" mümkün değildir!.. ALLAH'a, Peygamber'e ve Kur'an'a inanan bir kimsenin böyle

bir ihtimâli düşünmesi bile söz konusu olamaz. Yüce ALLAH, "KUR'AN'I İNZAL EDEN BİZİZ.

ONU HER HÂLUKÂRDA KORUYACAK OLAN DA BİZİZ" (Hicr Sûresi, 9. Âyet) diyerek, Kur'an

ile kimsenin oynamasına müsaade etmiyeceğini belirtmiştir. Ayrıca şöyle buyurmaktadır:


  - "Eğer o (Kur'an) ALLAH'tan başkası tarafından olsaydı, elbet içinde

      birbirini tutmayan bir çok şey bulurlardı." (Nisâ Sûresi, 82. Âyet)

 

Bu korumanın nasıl olduğu son yıllara kadar anlaşılamamış, sâdece ilahi bir vaad olarak düşünülmüştü. Ancak l970'lerden itibâren bilgisayarla yapılan incelemeler sonucunda, Kur'an-ı Kerim'in matematiksel, yâni herkesin kolayca görebileceği "fizikî" bir şekilde de korunduğu anlaşıldı. Kur'an mucizeleri ile ilgili bir çok kitap yazıldı. Bunlar arasında en önemlileri "19 sayısı"nın özelliklerinden bahsedenler idi.

 

19 sayısı gerçekten de Kur'an üzerinde bir emniyet kilidi gibidir. "ÜZERİNDE 19 VAR!.." (Müddessir Sûresi 30. Âyet) ifâdesiyle de bu koruyucu özelliğine işaret edilmiştir. Bu âyet, Kur'an'dan şüphe eden ve Kureyş'in en akıllısı diye bilinen Velid bin Mugeyre'nin tavrını

anlatan şu âyetlerden hemen sonra gelmektedir:


          - "Ona reislik ve mansıp verdim.

            Arttırmamı umuyor, öyle mi? Asla ummasın!

            Çünkü o âyetlerimize karşı inatçıydı.

            Ben onu takatı tak olacak bir azâba uğratacağım.

            Çünkü o Kur'an hakkında düşündü, taşındı, ölçtü, biçti.

            Hay canı çıkası! Nasıl ölçtü, biçti! Bir daha hay canı çıkası!

            Nasıl ölçtü, biçti!.. Sonra Kur'an'a baktı. Sonra çehresini astı,

            kaşlarını çattı. Sonra Hak'tan yüz çevirdi.

            Mütabeatı gururuna yediremedi de, "Bu büyücülerden

            naklolunagelen büyüden, insan sözünden başka bir şey değildir,"

            dedi. Ben onu cehenneme atacağım!...

            ÜZERİNDE 19 VARDIR!" (14-30 Âyetler)


İşte önemi böylece bildirilen 19 sayısı, indiği ilk günden itibâen Kur'an'ın her kelimesine,

hatta her harfine öyle bir kilit vurmuştur ki; kimse bir tek kelimenin yerini değiştiremiyeceği gibi, bir tek harfini bile çıkaramaz!.. Bu özellik, bâzı câhil Alevî ve Bektâşîler'in hâlâ

sürdükdükleri "Kur'an eksiktir, Ali ile ilgili âyetler çıkartılmıştır" iddiasının kelime anlamıyla mümkün olmadığını, en açık biçimde gözler önüne serer.

 

Meselâ, iddia edildiği şekilde Kur'an'da "ALLAH Ali'yi halife yapmanızı istiyor" meâlinde  bir

âyet olsaydı, ve Ebubekir veya Osman bunu Kur'an'dan çıkartsaydı; derhal belli olurdu!... Çünkü ALLAH kelimesi Kur'anda 2698 kere geçer ve bu sayı 19'a bölünebilir!.. (2698/19=142) Hangi sayfadan, hangi sûreden olursa olsun, bir tâne bile ALLAH kelimesi çıkartılmış olsaydı, kalanlar 19'a bölünemez bir sayı meydana getirecek ve yapanın foyası ortaya çıkacaktı!

  

İşin enteresanı; "ÜZERİNDE 19 VAR" âyeti 1400 yıldır bilinmesine rağmen, matematiksel özelliği ancak 20. asrın 2. yarısında anlaşılabilmiştir. Bunca yıl bu âyet, "19 koruyucu melek"e, veya

"19 hikmet"e yorulmuştur.


Böyle olmasının da sebebi vardır. Geçmiş yıllarda yazılı-basılı Kur'an-ı Kerim sayısı mahdut idi. Herhangi bir ard niyetli kişi çıkıp, belirli yörelerdeki Kur'an'lar üzerinde oynamaya kalkabilirdi. Başarı ihtimâli yoktu ama, bunu deneyebilirdi. Ama artık milyonlarca Kur'an, dünyanın dört bir yanında, milyonlarca müslümanın elinde bulunuyor. Bu Kur'an'ların birbirinden bir tek harf bile farkı yok!.. Artık kimse, dünya durdukça bu gerçeği değiştiremez!.. Onun içindir ki, 19 sayısının aslında neye işâret ettiğinin bilinmesinde, mahzur kalmamıştır.

 

19 sayısı Kur'an-ı Kerim'de pek çok şekilde karşımıza çıkar, Kur'an'ın sıralanışını bile

düzene koyar. Meselâ:

- Besmele şeddeler hâriç, 19 harften meydana gelmiştir. 

- Kur'an 114 suredir. Bu sayı da 19'a bölünebilir. (114/19=6)

- Besmele, 113 sûrenin başında geçer, Tevbe Sûresi hâriç... (2)

Eksik gibi görünen bu Besmele, tam 19 sûre sonra gelen Neml Sûresi'nin içinde

ortaya çıkar. 114 sayısı tamamlanmış olur.

İşin enteresanı bu tamamlama, 19 sayısının Müddessir sûresinin 30. âyetinde belirtilmesi gibi, 

Neml sûresinin 30. âyetinde gerçekleşir.

- Besmeledeki 4 kelime (ALLAH, Rahman, Rahim, İsim) Kur'an'da, 19'un katlarınca geçer.

ALLAH 2698 kere (142x19=2698), Rahman 57 kere (3x19=57, Rahim 114 kere

(6x19=114), isim kelimesi de tam 19 kere geçer... 

Hayret edilecek husus şudur ki, Tevbe sûresinin 128. âyetinde peygamberimiz Hz.

Muhammed'i kasteden Rahim kelimesi, bu sayıya dâhil değildir!.. Çünkü o bir beşer

için kullanılmıştır.

- İlk olarak Alak sûresinin baştaki beş âyeti inmiştir. Bu beş âyet 19 kelimeden

meydana gelmiştir. Harf sayısı da 76'dır. (19x4=76)

- Alak sûresinin tümü de 19 âyettir.

 

Ama esas mucize, Bakara ile Âraf sûrelerindeki "BASTATAN" kelimesindedir. Bakara sûresinin 

247. âyetinde geçen "BASTATAN=YETENEKLİ, BAHŞEDİLMİŞ, BAĞIŞLANMIŞ" kelimesi "SİN"

harfi ile yazılmıştır. Zâten bilinen şekli de budur.

Ancak aynı kelime Âraf sûresinin 69. âyetinde geçerken, Peygamberimiz vahiy kâtiplerine 

"SİN"le değil de, "SAD"la yazmaları tâlimâtını vermiştir!..

 

Bugün dünyânın neresinde olursa olsun, hangi Kur'an-ı Kerim'i alırsanız alın, Âraf sûresi

69. âyetteki "BASTATAN" kelimesinin "SAD" ile yazıldığını; ancak bilinen şekliyle okunsun

diye "SAD" harfinin üzerine bir "SİN" harfi konulmuş olduğunu görürsünüz!..

 

Acaba Yüce Peygamberimiz, 1400 yıl önce neden böyle bir zahmete girmişti?.. Asırlar boyu

Hz. Muhammed'in bu davranışını izah edilememiştir. Ancak büyük bir sadakat ve tevekkülle, 

yazılan her Kur'an'da Peygamberimizin tâlimâtı istisnasız ve tereddütsüz uygulanmıştır.

 

Biz şimdi bu olayın hikmetinin hiç değilse bir kısmını biliyoruz...

Eğer Peygamberimiz Âraf sûresindeki "BASTATAN" kelimesini "SAD" harfi ile yazdırmasaydı; "ELİF, LÂM, MİM, SAD" harfleri ile başlıyan bu sûredeki bu 4 harfin toplamı 5357'de kalacak

ve 19'a bölünemiyecekti!... Halbuki şimdi 19x282=5358 dir.

 

Kur'an-ı Kerim'in pek çok sûresinin başında MUKATTA denilen böyle şifre harfleri vardır

ve onlarla ilgili pek çok tesbit yapılmıştır. Bunlardan biri de 19 sayısının katlarını

sağlamakla ilgilidir. Ancak hikmetleri tam olarak çözülememiştir.

Âraf sûresindeki "BASTATAN" kelimesinde yer alan "SAD" harfinin görevi, orada da bitmez. 

"SAD" harfi ile başlıyan üç sûredeki "SAD" harflerinin toplamı da 19'un katıdır. (19x8=152)

Bu üç sûreden biri Âraf, diğer ikisi de 19. ve iki katı 38. sûrelerdir!... (Meryem sûresi ve

Sâd sûresi)

 

Öte yandan "ay" kelimesi Kur'an-ı Kerim'de tam 12 defa, "gün" kelimesi de tam 365 defa geçer!.. Yani değil ALLAH kelimesini, "gün" kelimesinden bile bir tanesini çıkartmaya kalksanız, derhal göze çarpar. Öyleyse KUR'AN her açıdan KORUMA ALTINDADIR ve BİR TEK KELİMESİ BİLE EKSİK DEĞİLDİR, BİR TEK HARFİ BİLE DEĞİŞMEMİŞTİR!..

 

Burada belirtilmesi gereken bir husus var...Kur'an-ı Kerim'in mucizevi yönünü 19 sayısı açısından ilk işleyen kişi, Reşat Halife adlı Mısırlı bir din adamıdır... Bu kişi sonradan gurura kapılıp sapıtmış, ve kendini Mehdi, hatta peygamber ilan etmiştir. Ayrıca bazı hesapları kendine göre tutturamadığı için, "Kur'an'da fazlalık var" diyerek iyice yoldan çıkmıştır. (3) Ülkemizde bu olaydan etkilenen pek çok kişi de, artık 19 sayısının hikmetleri üzerinde durmaktan vazgeçmiştir. Aslında Türkiye Reşat Halife'yi pek tanımaz. Olaydan, Ahmed Deedat'ın "KUR'AN, EN BÜYÜK MUCİZE" adlı kitabı ile haberdar olmuştur.

 

Bizce 19 sayısının, Reşat Halife'ye maledilmesi ve onunla kabul edilip onunla bırakılması, yanlıştır!... 19 sayısı Reşat Halife'den önce de vardı, aynı özellikleri taşıyordu, Ahmed Deedat'tan sonra da varlığını sürdürecektir.

 

Bunun gibi bir konuda çok ilerleyip te sonradan sapıtma olayı, ilk defa cereyan etmemektedir. Peygamberimizin vahiy kâtibi olup ta sonradan kendine vahiy geldiğini iddia eden bile çıkmıştır. Onların varlığı Kur'an'a halel getirmediğine göre, Reşat Halife'nin sapıtması da ne Kur'an'a, ne de 19 sayısının koruyucu rolüne bir zarar veremez!.. Nasıl ki Muaviye'nin Kur'an'ı mızrağa takması, Kur'an'a zarar vermediyse; Haccac'ın Kâbe'yı taşa tutması, Kâbe'ye zarar vermediyse; Reşat Halife''nin iddiası da yalnız ve yalnız kendisini küçültür.

 

19 sayısı, dünya durdukça Kur'an mahfazasının kilididir, alarm sistemidir. Onu kimse devreden çıkartamaz!..

 

Kaldı ki, 19 sayısının bir özelliği olmasa da Kur'an-ı Kerim'in yüceliği ve bütünlüğü tartışılmaz.

 

Bir tek harf için bile, bu kadar büyük itina gösterilmiş ve 1400 yıldır tek harfine bile halel gelmemiş olan Kur'an-ı Kerim için, "eksiktir" iftirasını atmak; ALLAH'a, İSLAM'a, KUR'AN'a ve ALİ'ye son derece bağlı olan Türk Aleviler'e hiç yakışmayan bir davranıştır.  Bu, ancak bir câhillik tezahürü olabilir.

 

Bu mesnedsiz iddiayı öne süren bâzı câhil Aleviler, bu davranışları ile aslında şu anda elimizde mevcut olan Kur'an'ın işe yaramaz olduğunu iddia ettiklerinin bile farkında değildirler!... Öyle ya, Kur'an eksik ise, "sâdece Hz. Ali ile ilgili âyetler mi eksik?" sorusu, akla gelmez mi?... Bırakın inanmıyanları, inananların Kur'an'a olan itimâdı sarsılmaz mı?.. İşte bu itimâdı sarsan, ve gönüllere şüphe düşürenlerin ALLAH indindeki durumunu, yukarda kaydettiğimiz Müddesir Suresi 14-30. âyetler çok açık olarak göstermektedir.

 

Öte yandan bu iddia Yüce Rabbimiz, ALLAH-Ü TEÂLÂ'ya da hakarettir. Yâni, bu câhil kişiler ALLAH'a, "Sen vaad ettiğin halde, Kur'an'ı kıyâmete kadar koruyamadın. İşte birileri gelip onun âyetlerini çaldı," dediklerinin farkında değildirler!.. Bu davranışları ile, Kur'an'ı çürütmeye uğraşan Selman Rüştü, Turan Dursun gibi dinsiz-imansızlarla aynı safa düştüklerini de fark etmiyorlar!... İslâm'a ne büyük zarar verdiklerini görmüyorlar!..

 

Böyle bir iddianın, sadece 1400 yıl gerilerde kalmış bir hilâfet meselesinde Hz. Ali'yi haklı çıkartmak için ortaya atıldığı düşünülürse, iddia sahiplerinin aslında Hz. Ali'yi de pek sevmedikleri, ve yine farkında olmadan ona da çamur attıkları ortaya çıkar!... Diyelim ki, Ebubekir ve Osman sırf Ali'yi halife yapmamak için Kur'an'dan âyet çalmışlar(!)... Peki, ALLAH'ın Arslanı Ali, niye Hayber kalesindeki kâfirler gibi onların kellerini uçuracağına, gidip onlara biat etmiş?.. Niye hiç sesini çıkartmamış?.. Niye ortaya atılıp ta, "Ey müslümanlar, sakın onlara aldanmayın. İşte gerçek Kur'an!..Bunu yazın, bunu çoğaltın" dememiş de, Osman'ı korusun diye Hz. Hasan'ı kapısına nöbetçi dikmiş?...

 

Hadi diyelim, Ebubekir'le Osman, halifelikleri sırasında Ali'yi fazla konuşturmadılar; Hz. Ali kendi halife olunca niye o eksik (hâşâ!) Kur'anları toplayıp ta, kalbinde ezberden bildiği gerçek Kur'an'ı ortaya çıkartmamış?..


Eğer Kur'an eksik olsaydı, Hz. Ali, bunu tamamlama sorumluluğunu hiç üstlenmez miydi?.. Eğer eksik ise, Hz. Ali de onu düzeltmediyse, Hz.Ali ne büyük bir vebâl altına girerdi, kimbilir!..

 

Kaldı ki, bu vebâl sâdece Ali'ye değil, ondan sonra gelen bütün imamlara, Hasan'a, Hüseyin'e, ta İmam Mehdi'ye uzanır!..


Aleviler'in gönülden bağlandığı Peygamber torunu 12 İmam, 950 yıllarına kadar ömür sürüp te seslerini çıkartmadıklarına ve aynı Kur'an ile hükmettiklerine göre, KUR'AN'DA EKSİK YOKTUR. DÜZELTİLECEK BİR ŞEY DE YOKTUR!..

 

Baştan da söylediğimiz gibi, hâfızlar ve hattatlar KUR'AN-I KERİM'in derlenmesi ve yazılmasında o derece hassas davranmışlardır ki, sebebini bile bilmedikleri, niçin öyle olduğunu anlamadıkları halde, ÂRAF sûresi'ndeki "BASTATAN" kelimesini "SAD" ile yazmışlar, TEVBE sûresinin başında BESMELE koymamaya dikkat etmişlerdir. Bu iki garip olaya dahi müdâhale etmeyi düşünmeden görev yapmışlardır. Nasıl olur da bu kişilerin nezaretindeki KUR'AN'dan koca âyetler çıkartıldığı veya değiştirildiği öne sürülebilir?.. Hiç mümkün mü?..

 

Kim Ali'ye, 12 İmam'a, ve KUR'AN'ın bize ulaşmasına emeği geçenlere böyle bir iftira atar da, sonra ortalıkta "Ben Alevîyim, ben Bektâşîyim" diye dolanabilir ki?.. Kim kendisine ve Ehl-i Beyt'e bu kadar hakaret ettikten sonra "Ben Ali'yi seviyorum" diye böbürlenebilir ki?.. Kendini bilen Aleviler zâten böyle bir tavırdan uzak duruyorlar.

 

Bazı Aleviler ve Bektaşiler, Hz. Ali'nin kendisinin bir Kur'an'ı olduğunu öne sürerler. Bu da câhillikten öteye gitmeyen bir iddiadır. Sözü edilen ve tek nüshasının Pakistan'da bulunduğu belirtilen Kur'an, Hz. Ali'nin Kur'an âyetlerini iniş sırasına göre dizmek üzere yaptığı bir çalışmadan ibârettir. 

 

Hz. Ali'nin bu çalışmasını, yüce ALLAH'ın korumasının dışında düşünmek dahi mümkün değildir. Yâni gerçek tek Kur'an o olsaydı, Yüce ALLAH'ın koruması onun içinde geçerli olur, bütün diğer Kur'anlar ortadan kalkar ve bir tek o kalırdı. Eğer âyetlerin iniş sırasına göre dizilerek korunması gerekseydi, baştan Peygamberimiz onları öyle tutar, "Bu âyeti şu sûreye, şu âyeti de bu sûreye yazın" diye buyurmazdı. Ayrıca Hz. Osman tarafından yapılan tasnifin Peygamberimizin ilhamına uygun olduğu; hem 19 sayısı ile, hem de Hz. Ali'nin bu tasnifi halifeliği sırasında değiştirmemesiyle kesinlik kazanmıştır.

 

Kaldı ki, Hz. Ali'nin çalışmasına benzer şekilde düzenlenmiş ve basılmış bir İngilizce Kur'an tercümesi vardır, Onda da aynı âyetler ne eksik, ne de fazla olarak yer almaktadır.

(THE KORAN , J.M.Rodwell, Everyman Library , Londra, ilk baskısı 1909)

 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk te böyle bir çalışma yapıp  "İniş Sırasına Göre Kur'an" yayınladığı

herkesin mâlûmudur.


Şu halde o iddiaların hepsi câhillikten, okumamaktan, hâlâ 1400 yıl öncesinin Emevi-Hâşimi sürtüşmesine dayanan halifelik kavgasıyla uğraşmaktan, hepsinden öte de düşünmemekten kaynaklanan boş lâkırdılardır!..

 

Herkes bilmeli ve bütün varlığıyla iman etmelidir ki, KUR'AN-I KERİM'İN BİR TEK HARFİ BİLE DEĞİŞMEMİŞTİR!..

 

Peki, bu "eksik" sözünün aslı esası nedir, diye soran olursa, ona da cevap vermek gerekir. Ama bu cevap câhillere göre değil, âriflere göredir.

Hilafet kavgası yapan Aleviler, şekli şeriat dâvâsına düşmüş Sünniler bu cevâbı anlıyamaz. Sözümüz onlara değil, işin derinine inmek isteyen gönül erlerinedir.

 

Erbâbı bilir ki, iki tür Kur'an vardır. Biri Yazılı Kur'an, biri de Konuşan Kur'an (Kur'an-ı Natık)... Hatta Aleviler saza da "Telli Kur'an" derler...


Yazılı olan, Levh-i Mahfuz'dan olan, Peygamberimiz'e Cebrâil vâsıtasıyla inmiş olan ve dünya durdukça da bir tek harfi bile değişmiyecek olan Kur'an-ı Kerim'dir... Bu Kur'an, herkes için aynıdır.

 

Öteki Konuşan Kur'an ise, İNSAN'dır!.. Her insan birbirinden farklıdır. Dünyâda bulunuş sebebi ise, o Levh-i Mahfuz'da belirtilen hususları kendinde ortaya çıkartmak ve onunla yaşamaktır. İşte bu yüzden herkesteki "Konuşan Kur'an" farklıdır, pek çoğunun sayfaları eksiktir, daha tamamlanmamıştır... Telli Kur'an da öyledir. 

 

Kişi ne kadar ham ise, onun "Konuşan Kur'an"ı o kadar eksik, sayfaları o kadar kopuktur. O kişi daha çok tecrübeden geçecek, etrafına ve başkalarına bakarak kendindeki eksik sayfaları tamamlamaya çalışacaktır. İnsan-ı Kamil mertebesi, "Konuşan Kur'an"ın tamamlandığı noktadır!..

 

İşte bu sofiyâne değerlendirmeyi ve remzi anlıyamayan câhil Aleviler, kulaktan kulağa duydukları "Konuşan Kur'an'ın eksik olması" meselesini, Yazılı Kur'an-ı Kerim'le karıştırmışlar; ve ortaya hem Ali'yi, hem Muhammed'i, hem de Yüce ALLAH'ı töhmet altında bırakan o mesnedsiz iddia çıkmıştır.

 

Hülâsât-ül kelâm, KUR'AN-I KERİM İLÂHÎ VE EBED ÎBİR KORUMA ALTINDADIR.

İNDİĞİ ANDAN BERİ BİR TEK KELİMESİ EKSİLMEMİŞTİR, BİR TEK HARFİ DEĞİŞMEMİŞTİR. KIYÂMETE KADAR DA DEĞİŞMEDEN KALACAKTIR!..

 

 İmdi deriz ki, kim ki bu yazıyı okuya ve bu meselenin aslını öğrene; artık bir daha ağzına "Kur'an eksiktir" lâfını almaya!.. Diline sâhip ola!..

 

Kim ki ulu orta her yerde bir daha böyle bir iddia serdeder, bilinsin ki, o, Yezid'in ta kendisidir!.. 

Ve lânet olsun ol Yezid'e!...

 

NOTLAR                                                                                                                                                          -----------

 

(1)     2000'e Doğru dergisi "Asıl Kur'an Yakıldı" diye başlık atmıştı. (1988, sayı 23).

Okuyunca, yakılanın, Hz. Osman döneminde Kur'an'ın kitap hâline getirimesinden sonra,

dağınık bulunan    kemik ve deri parçalarına yazılmış olan ilk nüshasının olduğu anlaşılıyor,

kaynağı da tartışmalı... Ayrıca dergi Hz. Ebubekir, Hz. Osman'ı da suçluyor. Amaç

Aleviler'i Kur'an-ı Kerim'den soğutmaktan başka bir şey değil.

 

(2)     Tevbe sûresinin başında Besmele olmamasının, burada yazılamıyacak kadar

derin ve ulvi sebepleri vardır. Ancak enteresan olan şudur ki, 1400 yıldır bir tek

kişi çıkıp ta, "Burada Besmele yok, hadi koyalım," dememiştir. Âdeta ilâhî bir ilham

ile doğrunun bu olduğu sezilmiş, kimsede en ufak bir eksiklik duygusu uyanmamıştır.

 

(3)     Reşat Halife'nin fazla olduğunu iddia ettiği âyetler, yine Tevbe sûresinin son iki

âetidir. Kur'an'ı derleyen Zeyd ibn-i Sabit bu iki âyeti kimsede bulamamış, ancak Ebu 

Huzeymet'ül Ensâri'de bulmuştu. Zeyd'in tek şâhitle derlediği RİVÂYET  EDİLEN iki âyet budur.

Diğerlerini hep iki veya daha çok şâhitle derlemiştir. Ancak aslında bu âyeti Zeyd de

hatırladığı için, yine iki şâhitlidir. 19 sayısının hikmetini kabul etmiyenler

tezlerini bu iki âyete dayandırırlar. Onun içindir ki, Reşat Halife, sonunda "Tevbe

sûresinin son iki âyeti fazladır" demiş, arkasından peygamberliğini ilân etmiş, bu

yüzden de Salman Rüşti ile birlikte ölüme mahkûm edilmişti. (27.2.1989) Altı ay

sonra da öldürüldü. Tevbe sûresinin son iki âyeti şunlardır:

 

               128. “Tahkik. İçinizden size öyle bir resul geldi ki,

                       meşakkate uğramanız ona  pek ağır gelir. İslâm'a gelmenize

                       ve hâlinizin selâhına haristir. Bütün müminler için rauf ve rahimdir.”


               129. “Şayet yüz çevirirlerse, de ki: 'ALLAH-ü Azimüşşan bana kâfidir!

                      O'ndan gayrı mâbud bilhak yoktur. O'na tevekkül, işlerimi O'na

                      tefviz ettim. O arş-ı azimin Rabbidir."

 

Bizce bu iki âyet "fazla" olması,  içinde geçen ALLAH kelimesiyle 2697 çıkması gereken , Kur'an'daki ALLAH sayısının "bir fazla olması"ra dayandırılır. O takdirde de 19'a bölünemez!... Ddaha sonra halife olan Hz. Ali ve diğer imamlar kabullendiğine göre, bize söz düşmez. "Doğrusunu ALLAH bilir" diyoruz. 


Müddessir sûresi 31. Âyeti de 19 sayının önemini vurgular:

 

             - "Biz o ateşin bekçilerini ancak meleklerden tayin ettik.

              Sayısını da küfredenler için ancak bir fitne kıldık.

              Tâ ki, kitap ehli yakin edinsinler. Müminlerin de imanları artsın.

              Kitap ehli ve müminler de şüpheye düşmesinler."

 

Bazı müfessirler buradan hareketle 19 sayısının Cehennem bekçilerine âit olduğunu söyler. Ancak tefekkür edilirse, sayının kâfirleri zora soktuğu, müminlerin de şüpheye düşmesini önlediği, böylece Kur'an'ın kendisiyle ilgili olduğu anlaşılır.

 

 


                                              BEDRİ NOYAN YANILMIŞTIR!


Bizi üzen Turan Dursun, Selman Rüştü gibileri veya Teori, 2000'e Doğru dergileri değil...

Bizi üzen, Bektâşîler'in Dedebabası olan Doçent Dr. Bedri Noyan'ın, Atatürk'ün isteği üzerine yaptığı söylenen manzum Kur'an tercümesinin başına koyduğu "Kur'an-ı Kerim Hakkında" yazısıdır!.. 


Bedri Noyan yazısında Kur'an'ı övmekte, değişmeden geldiğini söylemektedir. Ancak bu ifâdelerinin hemen arkasından "eksik" olduğunu iddia ederek çelişkiye düşmektedir. Yüceliğinden dem vurduğu Kur'an hakkında, hemen ardından şüphe uyandıran bu ifâdesi kabul edilemez. Hele ki tahsili ve mevkii itibariyle Alevi-Sünni ayırımını ortadan kaldırması

gerekirken!.. Bedri Noyan yanılmış, ve böyle bir yazıyı Kur'an tercümesinin başına koymakla, büyük vebâle girmiştir.

(Manzum Türkçe Kur'an, Ayyıldız Yayınları, Ankara, 1991)


Söz konusu ifadeler şunlardır:

 

- "Kur'an âyetleri Hz. Peygamber tarafından derhal yazdırılmakta ve ezberlenmekteydi.

Bu nedenle GÜNÜMÜZE KADAR DEĞİŞMEDEN GELMİŞTİR. Yalnız, özelikle Ehl-i

Beyt'i öven, Hz. Ali'den bahseden âyetlerin Peygamber soyu düşmanları

tarafından eksiltildiği kuvvetle söylenmiştir." (sf.8)

 (12 İmam mı söyledi?.. Ahmet Yesevi mi, Hacı Bektaş mı söyledi?..

Onlar söylemediyse, başkasının söylentisi, özellikle bir Bektâşî için

nasıl "kuvvetli" olur?)

 

- "Bugün kutsal kitaplar içinde, OLDUĞU GİBİ SAKLANARAK GÜNÜMÜZE KADAR

GELMİŞ OLAN YEGANE HAZİNE, KUR'AN-I KERİM'DİR. ELDE MEVCUT METİNDE

DEĞİŞME YOKTUR. Bâzı âyetler kaybedilmiştir." (sf.9)

(Kim kaybetti?.. Kaybolduğunu ilk kim farketti?.. 12 İmam'ın farketmediği

"kayıp", ilk kim defa tarafından uyduruldu?)

 

- "EKSİK-FAZLA İDDİALARI "kesin ve bir BELGE İLE açıkça SABİT DEĞİL'se de,

Hz. Muhammed'in en yakını geçinenlerin sonradan Ehl-i Bey'e davranışlarını

görünce, söylenenlere mümkün gözüyle bakılabilir." (sf.15)   

(Belge ile sâbit olmayan bir iddia, Kur'an hakkında nasıl böyle pervasızca

kullanılabilir? Nasıl olur da inananlarda şüphe yaratılabilir?)

 

- "Hz. Ali, Ebubekir zamanında Hz. Muhammed tarafından sıraya konulmuş olan

Kur'an âyetlerini bir cilt halinde toplamış; Osman zamanında bu nusha, kuvvetli

söylentilere göre bâzı âyetleri çıkartılarak çoğaltılmış, İslâmiyet'in merkezi olan

büyük şehirlere yollanmış, öteki nushalar da sâhiplerinden alınıp yakılmıştır." (sf. 29)   

(Peki, Kur'an'ın toplanmasında bu kadar emeği geçen Hz. Ali ne yapmış?...

Susmuş ise, büyük günaha girmiş!.. Kendi halife olunca bu hatâyı düzeltmediyse,

gene büyük günaha girmiş!.. Bir Bektâşî Dedebabası'na böyle düşüncesiz bir iddia

hiç yakışır mı?)

 

Bedri Noyan "Kur'an'ı Hz. Muhammed'in zamanında kitap halinde toplandığını, Hz. Ebubekir tarafından saklandığını, sonradan Ömer'e geçtiğini" söylemektedir. (sf.28)

Buna göre Ebubekir tarafından derlenmiş olamaz. O zaman bütün kaynakları yanlış kabul etmek gerekir!..

İşin doğrusu, yazılanların dağınık parçalar hâlinde olduğu ve Hz. Ebubekir tarafından bir araya getirildiğidir. Pek çok kimsenin ezberinde olduğu için, o târihe kadar toplanmasına dahi ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak yalancı peygamber Müseyleme'ye karşı Yemaâe savaşında pek çok Kur'an hâfızı şehit düşünce, bu uygulamaya gidilmiştir. Elbette ki bunda Hz. Ali'nin büyük katkısı olmuştur.

 

Doçent Dr. Bedri Noyan, iddialarına kaynak olarak, neyi savunduğu belirsiz, eğitim seviyesi tartışmalı bir alevi militanı olan Şinasi Koç'un "Gerçek İslam'i Kim Bozdu?" kitabını gösteriyor!.  Diline sahip olmasını dahi bilmeyen bu kişiden, Bedri Noyan şu alıntıları yapmış:


- "Diyanet İşleri Kur'an 6.666 ayet diyor. Oysa eldeki Kur'an 6.234 ayettir. 432 ayet çıkarılmıştır... Zeyd ibn-i Sâbit Hz. Ali'ye muhalifti. Kur'an-ı Kerim'deki Ehl-i Beyt menkıbelerini çıkartmak istedi... Sahâbenin alemi İmam Ali'nin topladığı Kur'an'ı kabul etmediler. Osman bütün diğer mushafları, hatta Abdullah bin Mesud'un yazdığı Kur'an-ı Kerim'i cebr ile alarak yaktı.

Anlaşılmaktadır ki, 432 ayet Osman tarafından yazdırılmamıştır." (sf.29)

(Hz. Ali mâdem sahabenin en bilgilisi, neden sonradan bu hatâyı düzeltmedi?..Bir tek

"SAD" harfine onca itina gösteren hâfızlardan niye hiç bir ses çıkmadı?...)

 

Ancak burada belirtmek gerekir ki, Diyânet İşleri'nin de rastgele beyanlarda bulunup

akıl karıştırmaması, KUR'AN-I KERİM'de kaç âyet olduğunu doğru dürüst yazması şarttır.

 

 Şinasi Koç adlı militan “Ravzat-ül Ahbab” adlı kitaptan naklen devam ediyor, Bedri Noyan da bunu kitabına alıyor:


- "Bu yazı işi Zeyd İbn-i Sâbit'in başkanlığında ve Kureyş lehçesi esas tutulmak, 

Hâşimi lehçesi dış tutulmak üzere yapılmıştır." (sf.30)   

(Hâşimiler Kureyş'ten ayrı değildi ki! Kureyş'in daha küçük bir kolu idi.

Hâimiler'in kendi lehçesi büyük bir ihtimâlle yoktu. Diğer lehçeler

devre dışı bırakılmıştır. "İmam Kureyş'ten olmalı" ifadesinin Peygamber

soyunu kastettiğini dahi hatırlamıyorlar. Kaldı ki, Hâşimiler de sonradan

halife oldu ama Abbasi-Alevi diye bölündüler. Abbas, tıpkı Ebu Tâlib gibi,

Peygamberimizin amcası idi.

Şu halde Arap âile sürtüşmelerini öne sürüp, Kur'an'a hakaret etmek, hiçbir

"Alevi"ye, hele ki bir Bektâşî Dedebabası'na yakışmaz!)

 

Yine Şinasi Koç, Muhammed Sâbir Tebriz-i adlı şii yazara dayanarak şöyle yazıyor ve

bu da Bedri Noyan'ın kitabında yer alıyor:


- “Osman bir kısım mushafları kabul edip, diğerlerini yaktırdı." (sf. 30)

(Mushaf, "sahifeler" demektir. O tarihlerde kişiler kendi önem verdikleri,

üzerinde çalıştıkları bâzı âyetleri not alarak sayfalar halinde toplamışlar,

böylece mushaflar meydana getirmişlerdi. Bunların hepsi eksik, veya

Hz. Muhammed'in tensip buyurduğu sıralamadan farklı idi. Hz. Ali'nin

iniş sırasına göre yaptığı tasnif çalışması da dahil!..

İbn Mesud'un mushafında ise Fâtiha, Felâk ve Nas sûreleri yoktu.

Bu mushaflar, Kur'an derlemesi yapıldıktan sonra, eksiklik ve değişikliklerinden

dolayı yakılmıştır. Ve o târihten sonra bütün Kur'an yazmaları aynı olduğu için,

"Mushaf" kelimesi Kur'an anlamında kullanılmaya başlamıştır. Hz.

Ali bu olay sırasında sağdır ve hiç bir itirazı yoktur.

Bedri Noyan ne diye itiraz ediyor ki?..)

 

-"Osman Emevi hanedanından olduğundan, Haşimileri çekemediğinden bu

ayetleri yazdırmamıştır. Kur'an'ı Kureyşi lugatine çevirtmiştir. Bu gerçeğin üzerine

perde çekmeye imkan yoktur." (sf.31)   (Yazan, nakleden ve intisab eden Hz.

Muhammed'in Kureyş'ten olduğunu bilmiyor. Bu ne biçim Alevilik, bu ne biçim

Muhammed-Ali aşkı?..)

 

 Öte yandan Alevî-Bektâşîler Ayşe'yi sevmezler...

Ama ona izâfeten söylenen "Kur'an'ın eksik olduğu" ifâdelerine sıkı sıkıya sarılırlar.

Meselâ "Ahzab sûresi 200 âyetmiş de, şimdi 73 âyete inmiş!" Uyduruk hadis!..


Müslim'den böyle ifâdeler nakledenler vardır. Ama Hz. Ali'den, 12 İmam'dan nakil yoktur. 

Öyleyse o ifâdeler "hadis"  değildir, hiç bir değeri yoktur. Bilhassa Aleviler için olmaması

gerekir. Bunlar, Hz. Muhammed'in "çok çekindiğini" ifâde ettiği gibi, ondan sonra

uydurulmuştur.

 

 Bedri Noyan, Mâide sûresi 71. âyetten "Ali'nin adının çıkarıldığını" da

Menâkıb-ı Murtazaviyye'ye dayanarak iddia ediyor. (sf.32)

 (Eğer böyle bir durum olsaydı, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali dâhil 12 İmam zamanındaki bütün hâfızlar Kur'an'ı Ali adıyla ezberlemiş olurdu. Sayfalar yakılabilir, ama hâfızların zihninden âyetler kazınamaz ki!... Hangi İmam böyle bir şey söylemiş?.. Menâkıb yazarı kim oluyor?.. Bu fikri Bedri Noyan'a veren Hulusi Kıvrık kim ki, âyet uydurmasını ortaya atıyor?. Hz. Ali'yi methetmek için Kur'an'a hakaret etmek, hangi câhilin icâdı?)

 

Kur'an'daki âyet sayısı, sayış şekline göre, farklı çıkmaktadır.

Besmele'nin sayılıp sayılmaması da, sayıyı değiştirmektedir.

Bu, hiç bir zaman "eksik" olduğunu göstermez!

Ayrıca çok haklı olarak Refi' Cevat Ulunay, "6.666 ayet" ifâdesinin galat-ı meşhur olduğunu

belirtmiştir. Öyleyse, bu sayıdan hareket edip farkı eksik saymak doğru olmaz.


Kur'an; İbn-i Abbas'a göre 6.616, ayet,  

Medineliler'e göre 6.214,  Kufeliler'e göre 6.218, 

Mekkeliler'e göre 6.210, Salih Nazım'a göre 6.239,

Bedri Noyan'a göre 6.273,  R.C. Ulunay'a göre 6.234,

Ö.R. Doğrul'a göre 6.149, Diyânet Kur'an'ı 6.l52 âyettir.


Kelime sayısı ise: Medineliler'e göre 77.960,

Mekkeliler'e göre 79.439, Basralılar'a göre 77.437,

Kufeliler'e göre 77.450 kelimedir.

Fark bazı bitişik kelimelerin bir veya daha fazla sayılmasındandır…. 


Harflerin sayısı  ise : Medineliler'e göre 325.345, veya 323.671, veya 325.743'tir…

Fark şeddeli harflerin çift veya tek sayılmasından, harf-i târif olan elifin

sayılıp sayılmamasından, kelime sonlarında TE'leri sayıp saymamaktan kaynaklanmaktadır.


Bunlar hiç bir zaman "eksik" iddiasına delil sayılamaz. En önemlisi, sayanların hata yapmış olabileceğini unutmamak gerektiğidir.


Kur'an'da hareke ve noktalar, Halife Abd-ül Melik zamanında Eb-ül Esved tarafından konulmuştur. (Vefatı H.69) Yani Peygamberimizin vefatından 50 yıl kadar sonra, 680'lerde... Harekeleme işini Hasan Basri tamamlamıştır. Tasavvufun önde gelen isimlerinden olan Hasan Basri Hazretleri de "eksik" iddiasında bulunmaz! Bedri Noyan kim oluyor ki??? 

 

 Bedri Noyan iddialarını şöyle tamamlıyor:


- "Görülüyor ki, elimizdeki Kur'an-ı Kerim'ler bu sayılardan 400'den fazla âyet

kadar eksiktir." (sf.32)


- "Buna benzer kaybedilmiş âyetler söylentileri vardır. Bunun aksine uydurma âyetlerin

Kur'an'a katılmak istendiği de söylenir. BUNU GERÇEKLEŞTİREMEMİŞLERDİR.

Fakat Osman zamanında bir kısım âyetlerin çıkarılmış olmaları konusu zihinlerde bir

sual olarak elbette ki kalacaktır." (sf.34)

 

 Bir insan hem Kur'an'ı bu kadar yüceltip, hem de hemen arkasından ortaya böyle şüpheleri nasıl atabilir?.. Bizce insanın ağzı hayır için açılmalı, ağzından hayırdan başka söz çıkacaksa, kapalı durmalıdır. Keşke Bedri Noyan da kalemini kıraydı da, imanı sarsacak bu ifadeleri yazamasaydı!

 

 Sözümüzü, Bedri Noyan'a manzum tercümesini yaptığı Kur'an'ın, "ALLAH'ın emriyle koruma altında olduğunu" yine Kur'an ifâdesiyle hatırlatarak tamamlamak isteriz:

 

            -" BİZ, EVET BİZ İNDİRDİK O ZİKRİ. VE HİÇ KUŞKUSUZ

             BİZ KESİNLİKLE KORUYUCUSUYUZ ONUN!.." (Hicr Sûresi, 9. Âyet)

 


 

 

 

Eksik-Fazla İddialarının Geçtiği Kitaplar:

-------------------------------------------------------

 

- "Bütün Kur'an yazılı idi, yalnız yazılar dağınık idi." (Buhari)

 

- “Halife Mervan, Ömer'den sonra Kur'an'ın ilk hâlini saklayan Peygamberimiz'in eşi

Hafsa'nın ölümünden sonra kemik ve deri parçalarına yazılmış olan âyetleri aldı ve

yaktırttı.” (İbn-i Ebu Davud, Leiden, 1937, sf.243... Mebahis Fi Ulum-il Kur'an, Suphi

es-Salih...Sahih-i Buhari)

 

- "Kur'an'ı peygamber zamanında tümüyle ezberlemiş kişiler: Übeyy bin Ka'ab, Zeyd İbn-i

Sâbit, Abdullah İbn-i Mesud, Sâlim, Muaz İbn-i Cemel, Ebu'd Derda, Ebu Zeyd idi."

(Sahih-i Buhari 8, sf.1785)

 

- "Kur'an suhuf hâlinde teksir edilerek 7 büyük şehre dağıtılmıştır. Bunların dışındaki

suhufların toplatılıp yakılması işi, Osman tarafından tatbik edilmiştir." (Ravzat-ül Ahbab

Cilt 2, sf. 52)

 

- "Sünnet ehlinin çoğu Zeyd İbn-i Sâbit'in Kur'an-ı Kerim metnini kabul ederek, diğerlerini

yaktırdı." (Dinin Esasları, Muhammed Sâbir Tebrizi, sf. 13-17)

 

- "Ebu Mus-el Eşari, Basra hâfızlarını çağırtmış. 300 adam gelmiş...Ben Tevbe sûresine

benziyen bir sûre okuyordum ki, yalnız bunu unutmuş bulunuyorum. Hatırımda şu kalmış:

 'Âdem oğlunun iki vâdi dolu malı olsa, üçüncü bir vâdi isterdi. İnsanın hırsını

ancak toprak doyurabilir' ... Sonra Sebbeha sûrelerine benzettiğimiz bir sûre daha vardı.

Onu da unuttum. Yalnız şu kadarı ezberimdedir: 'Ey imân edenler! Niçin yapamıyacağınızı

söylüyorsunuz ve kıyâmet günü sorulacak bir şehâdeti boynunuza bağlıyorsunuz? ' "

(Sahih-i Müslim sf. 99-100)

 

- "Abdullah İbn-i Mesud'dan mervidir ki, 'Bizler bu âyeti ind ve huzur-u Resullah'ta

kıraat ederdik: Ya eyyüh-er Resul-ü belliğ ma ünzil-e ileyk-e min rabbik-e inne

Ali-yyen mevle l-il mü'minin-e... Bilâhere halife Osman tarafından şu sûretle meydana

getirilmiştir: Ya eyyüh-er resul-ü belliğ ma ünzil-e ileyk-e min rabbik-e ve in lem

ref'al fema bellağı-e risâletehu..." (Menakıb-ı Murtazaviyye )

 

- "Bana Ebu't-Tahir ile Harmele b. Yahya rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbni Vehb

rivâyet etti. (Dedi ki): 'Bana Yunus, İbni Pihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki):

Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Ube haber verdi ki, kendisi Abdullah b. Abbas'ı şunu

söylerken işitmiş:

 

        -  "Ömer b. Hattab, Resulallah'Ün minberi üzerinde (halife olarak) otururken şöyle dedi:

 

            - ’Hiç şüphe yok ki Allah, Muhammed'i hak ile göndermiş ve kendisine Kitâb'ı

             indirmiştir. Ona indirilenlerden biri de recim (taşlayarak öldürme) âyetidir.

             Biz bu âyeti okuduk, BELLEDİK, ve anladık. Resulallah recmetti, ondan

             sonra da biz recmettik. Ama insanların üzerinden uzun zaman geçerse,

             korkarım biri: Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz, der de, Allah'ın

             indirdiği bir farizayı terk etmekle dalâlete düşerler. Gerçekten erkek ve

             kadınlardan zinâ eden kimse üzerine - muhsan olmak, beyyine veya

             gebelik yahut itiraf bulunmak şartı ile - recim Allah'ın kitâbında haktır.’ “

 

- "Peygamberlere indirilenler arasında 'ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse

kendilerini behamehal recmedin!' âyeti de vardı." (Sahih-i Müslim; Cilt 8, sayfa 4796)

 

(Şu iddia dahi bütün bu sıraladığımız "eksik" iddialı rivâyetlerin yalandan ibâret olduğunu göstermeye yeter. Recm gibi en şiddetli ve dehşet verici ceza ile ilgili bir ayet olacak ve bu kadının çocuğunu kaç yıl emzireceğinin belirtildiği KUR'AN'da yer almıyacak! Ömer bunu söyleyecek ama, "niye Kur'an'da yazılı olmadığını sormayacak!.. O dönemin ileri gelenleri de buna ses çıkarmıyacak!...Bu kişilere Hz. ALİ de dahil!.. Böyle bir ihtimali aklından bile geçiren, ne ALİ'ye inanmış olabilir, ne de KUR'AN'a iman etmiş!..)

 

- "Kur'an'da evlenmeyi tahrim eden 10 türlü süt akrabalığı vardı. Bunlar 5 çeşit süt akrabalığı ile nesholundu. Resul-ü Ekrem irtihal ettiği zaman, bunlar Kur'an içinde bulunuyordu." Ayşe'den. (Sahih-i Müslim)

 

- "Al-i İmran sûresi peygamber zamanında iki âyetti" Ayşe'den (İtkaan, Suyuti) 

(Bu da düşünmesi dahi gülünç bir iddia!.. Birisi kalkacak 2 âyetlik bir sûreye tam 198 âyet uydurarak ekliyecek ve buna kimse ses çıkarmıyacak!.. Hem de "Elinizden geliyorsa, ona benzer bir cümle yazın" meâlindeki âyete rağmen!.. Hiç mümkün mü?..)

 

- "Mushafları yakanı öldürünüz." Ayşe (Emir mi vermiş?.. Öldürmüşler mi?) 

 

- "Ahzab sûresi 200 âyet iken, bugün 73" Ayşe'den...(İtkaan, Suyuti)

 

-"Ahzab sûresi Bakara kadardı (286 âyet)." Übeyy bin Ka'ab (Herhalde İtkaan , Suyuti)

(Bu iki iddia zaten kendi içinde tutarsız. Ayşe'nin "200" dediğine Übeyy "286" demiş!..

Aslında ikisi de böyle bir şey dememiş de, birileri bir tek sâreden 127 veya 213 âyet çalındığını uydurmuş!.. Peki, bu kadar çok âyetten bir tekini bile hatırlıyan çıkmamış mı?.. Alevî ve Bektâşîler'in sevmedikleri Ayşe'den geldiği söylenen böyle rivâyetlere pek dayandıklarını bir kere daha hatırlatalım.)

 

- "Übeyy bin Ka'ab nüshasında 116 sûre vardı, çünkü mushaf sonunda Rafed ve Hala

namında iki sûre bulunduğu kaydı vardır." (İtkaan, Suyuti)

 

- "Hz. Muhammed'in sağlığında Bakara sûresi daha uzundu." Ayşe'den

 

- Tevbe sûresinin başında Besmele vardı." (İtkaan, Suyuti) 


Sadece bu cümle bile Suyuti'nin naklettiği bu tür bütün işkembeden atılmış rivayetlerini çürütür!.. Tevbe sûresinin başında neden Besmele bulunmadığını, eğer Aleviler bilmiyorlarsa, kim bilecek ki?...


Gelelim Ayşe ile Übeyy bin Ka'ab'dan rivâyet edildiği söylenenlere... Dikkat edilirse, iddiaları nakleden yazarlar hep Şii... Ancak Hz. Ali hakkındaki âyetlerin çıkartılmış olabileceğini hep "sünni" sayılan Hz. Ömer, Ayşe, İbn-i Mesud ile Übeyy gibileri söylüyor... Çünkü Ayşe Peygamberimizin eşi, Ömer "sünni" halife, İbn-i Mesud ile Übeyy de Kur'an'ı ezbere bilen önemli "sünni" kişiler... Ve Şiiler bunlara bel bağlıyor!.. Bizim Aleviler de Şiilerin yazdığına inanıyor.


Şu halde olay açık!... Birileri tâ o dönemde, Ali'yi tutanlar ile halife yanlıların arasını açmak için "hadis" uydurmuş!..O târihte "Sünnilik" bile yok. Çünkü 4 İmam henüz mezheplerini kurmamışlar. Olay sâdece Araplar arası âile sürtüşmesi... Halbuki o âile kavgası Emevi-Abbasi mücâdelesi hâline geldiğinde bile, 12 İmam soyu gene olayın dışında kalmıştı, bir tarafın kendi akrabaları olmasına rağmen!...


Eğer bunlar Ali'nin ağzından uydurulmuş olsaydı, 12 İmam tarafından silinip giderdi, belki de öyle oldu. Ama Ayşe ile Übeyy ağzından uydurunca, hiç değilse "hadis" diye kayda geçmiş oldu.

 

Yalnız unutulan bir şey var: Bu ifâdeler hiç bir zaman 12 İmam tarafından rağbet görmedi. Onlara âit hiçbir eserde yer almadı. Bedri Noyan gibi bir Bektâşî liderinin 12 İmam'ın eserlerine yer vereceğine, sevmediği Ayşe'nin rivâyetine sarılması ise aklın alacağı iş değil!


Öyleyse bu uydurma "hadis"ler ile Kur'an'a çamur atmaktan vazgeçmek gerekir! Kaldı ki geçmişte de, şimdi de pek çok muhterem din âlimi "hadis"e pek rağbet etmez. İmam-ı Âzam eserlerine ancak 17 hadis almıştır. İmam Malik l00.000 hadis ile başladığı El Muvatta'sını 500 hadis ile bitirmiştir. Süleyman Ateş, Hüseyin Atay, Yaşar N. Öztürk gibi din adamları da "hadislerin, imamların, fıkıh kitaplarının Kur'an'dan üstün tutulur hale geldiğini, bu tavrın dini dejenere ettiğini, ayırım ve husûmete yol açtığını, hatta örtülü şirk ve putperestlik yarattığını" çok kesin ifadelerle dile getirmişlerdir. Delilleri de Kur'an'dır:

 

           -  "Sizin bu ümmetiniz, tek bir ümmettir....Fakat onlar işlerini aralarında

             parçalayıp, çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip sadece kendi

             yanındakiyle sevinmektedir...Sen onları...kendi gafletleri içinde

             bırak. "(Mü'minun Sûresi, 52-54 Âyetler)    

 

          - "Resul diyecektir ki: Ey Rabbim! Benim kavmim bu Kur'an'ı

           devre dışı tuttular." (Furkan Sûresi 30. Âyet)   

 

          - "ALLAH, hadisin en güzelini indirmiştir." (Zümer Sûresi,  23. Âyet)

 

          - " O Kur'an'dan sonra hangi hadise inanıyorlar?" (Âraf Sûresi , 185. Âyet) "

 

          - “ALLAH'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi hadise iman ediyorlar?

           (Câsiye Sûresi, 6. Âyet)

 

Son bir zıpır iddia ile yazımızı tamamlıyalım:


- "Yollanan Kur'an'lardan Mekke'ye yollanan Hicrî 70 yılında, Medine'deki mushaf Yezid

zamanında, Küfe'deki mushaf Emir Muhtar zamanında ortadan kayboldu."

(Kur'an-ı Kerim Târihi, Halil Bedii Rıfat)

 

Yazar bununla "ortada KUR'AN'ın aslı kalmadı," demek istiyor!..

Bu iddiaları da Ömer Rıza Doğrul çürütüyor:


- "Ebu'l Kasım, Hicrî 657'de Şam câmii maskûresinde Osman tarafından oraya gönderilen

Kur'an'ı görmüştür." (Tezhib-ül Ahlâk, Mevlana Şıbli Numani)


- “Abd-ül Melik de Şam nüshasını Hicrî  725 de görmüştür. Bu nüsha Sultan

Abdülhamid zamanında Şam câmiinde çıkan yangında yandı.


- "Medine nüshası Hicrî 735'e kadar görülüyor. Halen de Ravza-yı

Mutahhara'da korunmaktadır.” (Kur'an Nedir, Ö.Rıza Doğrul)


- “Basra nüshası Abd-ül Mümin tarafından Kurtaba'dan merkez-i hükûmete alınmıştı.

Hicrî 645'den çok sonra Portekiz'de bir tâcire satılmıştır.

Bu nüshanın Osman'ın üzerinde şehit edildiği nüsha olduğu söylenir.

Aynı nüshayı İbn-i Batuta görmüştür. 1904'de Buhara'dan Moskova'ya, 1923'de de

Taşkent'teki Beylerbeyi Camii'ne naklonmuştur."

(Kur'an Nedir, Ömer Rıza Doğrul, sf. 16)


- "Osman'ın yazdırdığı nüshalardan biri Selâhaddin Eyyübi'nin veziri Kadı Fazıl

medresesinde bulunuyor." (Kitab-ül Hatat, Makrizi)


- "Hz. Ali ile Sâlim Mevlâ Ebu Huzeyfe, bir Kur'an nüshası meydana getirmişlerdir.

Bu nüsha Meşhed-i Ali'de mahfuzdur.


ALLAH Bektâşî Dedebabası Doçent Dr. Bedri Noyan'a, hiç değilse son günlerinde

bu tezviratı kaldıracak akıl fikir versin!..